KIRTASİYE TUTKUSUNU SORACAK OLURSAN, O GEÇMEZ!

KIRTASİYE TUTKUSUNU SORACAK OLURSAN, O GEÇMEZ!
İzel ROZENTAL
"İzel Rozental, iyi bir karikatürist, mizahçı, editör, seyahat tutkunu…
“Mizah genlerimde mevcut” diyor, mizahla şifa bulduğunu, yolculuklarını
mizahla harmanlayarak kaleme aldığını aktarıyor. Kırtasiyenin de onun
dünyasında ayrı bir yeri var. Kırk yıldan fazla zamandır sektörde yer alan
önemli bir isim. Kırtasiye tutkusunun geçmeyeceğini dile getiren Rozental,
şöyle söylüyor: “Kırtasiye aile kültürümüzde vardı. Kırtasiyenin kendine
has kokusu evimizin içine sinmişti. Kırtasiye kokusuyla büyüdük biz.”
İyi bir karikatürist, mizahçı, editör, seyahat tutkunu…
Üstelik yolculuklarını fotoğraflarıyla, yazılarıyla aktarıyor.
Yani o aynı zamanda iyi bir gezi yazarı ve fotoğrafçı
da… Elbette İzel Rozental tüm bunlardan daha fazlası…
Çok yönlü bir insan olan İzel Rozental’ı bir de İzel
Bey’in gözüyle görmek isteriz. Bize biraz kendinizi anlatır mısınız?
Bana söyleyecek bir şey bırakmadın ki! Belki “mizahçı” tanımı
hepsinin karşılığıdır. Karikatür doğamda, mizahsa genlerimde var.
Çocukluğumdan beri karikatür çizmekten büyük haz duydum.
Yazmaktan da öyle... İş yaşantım boyunca tüketici mektuplarını
bizzat kendim yanıtlardım hep. Yolculuk ise kaderimde varmış.
Kırtasiye sektöründe olup da yılda en az iki kez yolculuk etmeyen
var mıdır acaba? Şayet yolculuk iş gereği bir zorunluluksa, ona güzel
ve hoş tarafından bakmak gerekir. Ben de öyle yaptım, çeşitli yolculuklarımı
mizahla harmanlayarak kaleme aldım. Bunlara yolculuk
yazıları denemez, olsa olsa mizah kitaplarıdır.
Karikatür ve mizahı nasıl tanımlar, yorumlarsınız?
Karikatürist ve mizahçı yanınız,
hayatı kavrama, yaşama pratiğinizi nasıl etkiliyor?
Hayatımı kolaylaştırıyor diyebilirim. Dedim ya mizah genlerimde
mevcut. Onu bir amaç olarak değil bir araç olarak kullanıyorum. İster
özel hayatımda ister iş hayatımda olsun, karşılaştığım çeşitli güçlükler
karşısında hep mizahla şifa bulmuşumdur. Örnek vermem
gerekirse, gergin geçmekte olan bir toplantının ortasında bile dile
gelen anlamlı ve yerinde yapılmış bir nükte, toplantının bir anda
farklı havaya girmesini, sinirlerin gevşemesini sağlar...
O kadar çok şey sığdırmışsınız ki yaşantınıza… Kırtasiye
sektörü de bunlar arasında yer alıyor.
Bu sektördeki serüveninizden de biraz bahseder misiniz?
Aslında kırtasiye sektörü 70 yıllık yaşantımın çok önemli bir
bölümünü teşkil eder. Dile kolay, kırk yılımdan fazlasını kırtasiyeye
verdim! Oldukça genç yaşta iş hayatına atıldım. 1970’ten 1980’e
kadar geçen sürede çok farklı sektörlerde çalıştım. Cağaloğlu’nda
reklamcılıktan tutun, Perşembe Pazarı’nda hırdavat, Yeşildirek’te
tekstil, Manifaturacılar Çarşısı’nda kaset, Maslak’ta sun’i jüt çuval ve
kanaviçeye kadar varan rengarenk bir yelpazede iş hayatının farklı
inceliklerini öğrenme imkanlarını buldum. Hangi üniversiteye
giderseniz gidin bu denli deneyim sahibi olamazsınız. Kırtasiye ise
aile kültürümüzde vardı. Babam Leon Rozental, Tahtakale’de kırtasiye
ithalatı yapardı. 70’li yıllarda ortağı Daryo Kohen ile Mont
Blanc’ın temsilciliğini de yaptılar. İthal ikamesi döneminde, Bayrampaşa’daki
bir imalathanede hem kalem yaptılar hem de Mont Blanc
mürekkebini ürettiler.
Kırtasiyenin kendine has kokusu evimizin
içine sinmişti. Kaset işi yaptığım dönemde babamın Uzunçarşı’da
Milas Han’ın ikinci katındaki küçük ofisine sıklıkla uğrar, ithal
ettiği fotokopi kağıdı, makas, min, markör benzeri çeşitli kırtasiye
malzemelerini Tahtakale’de pazarlamaya
çalışırdım. O dönemin bütün kırtasiye toptancılarını
tanırdım. 1980 yılının hemen başında ise Scrikss firmasından yöneticilik teklifi aldım. Kırk yıla
yakın sürecek kalemcilik serüvenim öyle başladı...
Kırtasiyeyle ilgili aklınızdan
çıkaramadığınız, tebessümle
hatırladığınız anılarınız var
mı, bizimle paylaşır mısınız?
O kadar çok ki, bunları burada anlatmaya kalksam Frekans’ın
sayfaları yetmez! Belki ileride kitap yaparım, kim bilir? Aklıma
ilk gelenlerden bir tanesini paylaşayım: Temsil ettiğimiz
Cross kalemlerinin tanıtımı için “esrarengiz müşteri” başlıklı bir
kampanya başlatmıştık. Buna göre, görevlendirdiğimiz bazı kişiler - ki
aralarında ünlü yazar ve şarkıcılar da vardı - semtlerindeki bir
kırtasiyeciye gidip hediyelik kalem almak istediklerini söylüyorlardı.
Dükkân sahibi ya da tezgâhtar markamızı önerince, kendisine
bir armağan gönderiliyordu. İşte bu kampanyamız sürerken ben
de zaman zaman İstanbul dışındaki bazı kırtasiyecilere uğruyor,
hangi kalemi alacağını bilemeyen kararsız müşteri rolünü pek de
severek oynuyordum.
Günün birinde aynı amaçla İzmir’deki bir
kırtasiyeciye girdim. İçeride tek müşteri vardı ve dükkânın sahibi
olduğunu anladığım kişi, adına AliBey diyelim, büyük bir heyecanla o
kişiye markamızı tanıtıyordu. Söyledikleri o kadar güzeldi ki, zevkten
dört köşe olmuştum. Konuşmalara kulak kabartarak rafl ara bakmaya
başladım. Fakat Ali Bey beni fark etti ve “Bak beyefendi ne istiyor”
diyerek çırağını üzerime saldı. Ben de mecburen “hediyelik bir dolmakalem
bakıyorum” dedim. Adam çırağa raftaki bazı dolmakalemleri
indirmesini buyurdu.
Ne var ki delikanlının çıkardığı kutuların arasında Cross yoktu. Bu arada Ali
Bey diğer müşteriye markamızı öve öve bitiremiyordu. Bunun üzerine
delikanlıya patronunun ballandıra ballandıra anlattığı markayı neden
göstermediğini sordum. Delikanlı durakladı, ne diyeceğini bilemedi,
çekinerek patronunun yanına gitti. Ali Bey göz ucuyla bana baktı, sonra
müşterisinden özür dileyerek bir çırpıda tezgâhın arkasından fırladı
ve yanıma geldi. Beni kolumdan tutup dükkânın diğer ucuna
kadar sürükledikten sonra kulağıma şöyle fısıldadı: “Abi sen benim
dediklerime aldırma bu müşteri bir kurum için çok miktarda
alım yapacak, elimdeki tapon maldan kurtulmaya çalışıyorum.
Aslında çocuk sana en kaliteli dolmakalemleri çıkardı!” Bir anda
beynimden aşağı kaynar sular döküldü!
Ben biraz dolaşayım diyerek dükkândan ayrıldım. Hemen
ardından da, kampanya kuralları gereği, “fi lanca gün falanca saatte
ziyaretinize geldik ama ne yazık ki markamızı önermediniz. En
kısa zamanda sizi tekrar ziyaret edeceğiz” yazılı matbu kartı postaya
verdim. Yaklaşık iki ay sonra Ali Bey İstanbul’daki ofi simde
karşımdaydı. Sormuş soruşturmuş, kim olduğumu öğrenip beni
bulmuştu. Kahkahalar eşliğinde özür dilemeye girişti: “Abi o gün
ayağın çok uğurlu geldi. Elimde Cross markalı sadece 7 dolmakalem vardı ve o gördüğün müşteri
tam 7 dolmakalem istiyordu, hepsini ona sattım! İnan bana,
senin kim olduğunu tahmin etseydim bile sana satma riskini göze
alamazdım!”
Uzun yıllar kırtasiye sektöründeydiniz
ve biliyoruz ki bu kadim sektördeki arkadaşlıklar,
dostluklar çok değerli... Sektörden ayrılma kararı
alırken neler hissettiniz? Ve bu kararı alma sebebiniz neydi,
biraz anlatır mısınız?
İş hayatımın ilk 10 yılında birbirlerinden çok farklı sektörlerde
çalıştığımı söylemiştim. Kırtasiye sektöründeki kadar arkadaşlığın,
dostluğun, dayanışmanın, fakat bir o kadar da tatlı-sert rekabetin
yaşandığı başka bir sektör görmedim!
Sektörden ayrılmadım. Başka bir sektöre de geçmedim. Kırk yılı
aşan bir çalışma hayatının sonunda artık yorulduğumu hissettim ve kelimenin
gerçek anlamıyla emekliliğe hak kazandığımı düşündüm. Bu
hakkımı kullandım. Sektör adına uzun süre derneğin yönetim kurulu
üyesi olarak çeşitli görevlerde bulundum, hatta kısa bir süreliğine
de olsa başkanlık bile yaptım. Bu da bana kırtasiye sektöründe
ömür boyu “gönül üyeliği” payesini kazandırmaya yeter sanırım.
Kırtasiye ile bağınız hiç koptu mu?
Nasıl kopsun ki? Başkanlık yaptığım dönemde ortaya bir slogan
atmıştık: “Kırtasiye Yaşamdır” diye. Doğumdan ölüme kadar insanın
yaşamında kırtasiyenin olmadığı bir dönem var mıdır? “Kırtasiyecilik”
kavramından söz etmiyorum tabii. Zaten o yakıştırmayı kim
yapmışsa yanlış olmuş! Ne yazık ki bu kavram dilimize yerleşti... Kırtasiye
tutkusunu soracak olu